İstanbul’u alan Türkiye’yi alır!
Türk siyasi tarihine damga vuran isimlere bakarsanız bir kısmı devlette görev almış, bir kısmı özel sektörde çalışmış ve parti organlarında yükselerek gelmiş isimlerdir. Erbakan, Demirel, Özal, Ecevit, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller… Bir partinin genel başkanı olabilmek için önce devlette göz doldurur yada isim yapar ardından bir parti ile yolunuza devam edersiniz. Çok daha güçlü olursanız bir davanız, bir ideliniz varsa kendiniz parti kurarsınız. Türkiye’de bu süreç Recep Tayyip Erdoğan ile tanıştıktan sonra değişti. Hayatında İstanbul’a gitmemiş Anadolu insanının bile sevgisini kazanan bir belediye başkanı profiliyle artık onu Türkiye tanıyordu. Hatırlayın o dönemki televizyon programlarını. Reha Muhtar, Ali Kırca gibi isimleri hepimiz iyi biliriz. Daha doğrusu bizim jenerasyon iyi bilir. İstanbul’da içki yasaklanacak mı? Otobüsler haremli selamlık olacak mı? Meyhaneler kapatılacak mı? Genelevler yıkılacak mı? Tüm bu saçma sapan tartışmaları ekranlarda aylarca dinlemek zorunda kaldık. Çünkü Tayyip Erdoğan’a karşı bir medya vardı. O dönemin basınında kolay kolay İstanbul’a yapılan hizmetleri göremezdik ancak Erdoğan’ın reklamını hizmet ettiği İstanbullu yapıyordu. Erdoğan’ın kendi ifadesiyle artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Kendini ispat etmemiş, medyanın parlatmasıyla kimse devletin başına geçemeyecekti ve öyle de oldu. İstanbul’u alan Türkiye’yi alacaktı. Erdoğan’ı parti genel başkanlarıyla deviremeyeceklerini anlayan yapılar önce İstanbul’u almanın gerektiğini anladılar. Evet Ekrem İmamoğlu İstanbul’a başkan olmuştu ancak milletin başına geçmesi için hizmet yerine yine medya yoluyla parlatma yolunu seçtiler. Ekrem İmamoğlu hep gündeme geldi. İstanbul’a yaptığı hizmetle değil daha çok polemiklerle, CHP içi kavgalarla, yatığı harcamalarla, tatilleriyle… Derdi hiçbir zaman İstanbul olmadı. Sadık seçmeni bile 3 hizmet sayamadı. Kent lokantalarından başka bir icraat gösteremedi. Evet bizler Konya’daydık. Erdoğan döneminde İstanbul’a gitmeden medyanın tüm algılarına rağmen İstanbul’a destansı bir hizmetin yapıldığını bilirken günümüzde onlarca iletişim aracına rağmen yapılanları göremeyip yapılıyormuş gibi gösterildiğine de şahit olduk. Rüşvet çarkının döndüğü, yolsuzlukların ayyuka çıktığı, kendi partililerin itirafçı kuyruğuna girdiği, Milyon dolarların aktarıldığı, İstanbul’a hizmet için harcanması gereken paraların Partiyi dizayn etmek için harcandığını duyar olduk. Peki böyle bir durumda İmamoğlu Türkiye’yi alabilecek miydi? Demek ki neymiş İstanbul’u alan değil İstanbul’a hizmet eden Türkiye’yi alır. Eyvallah…